Mahir'e üzülmek istiyorum...

Yalnış anlaşılmasın, ona beddua etmek değil niyyetim :)) Demek istediğim ben Mahir'e üzülmek istiyorum kızmak değil.

Çünkü şöyle bir bakarsak çok acınacaklı bir durumda bulunuyor Mahir. Babasını zorla ipten aldı, bu yolda arkadaşını, yeni bulduğu annesini kardeşini kaybetti. Her şey tamda düzeldi derken en mutlu olması gereken günde anne bildiği anne gibi sevdiğini ve küçük yeğenini toprağa verdi...Buda yetmedi ailesini, dünyada en çok sevdiği iki insanı bırakmak, bilmediği istemediği çok tehlikeli bir dünyaya adım atmak zorunda kaldı...yapayalnız...Tüm bunları yazarken benim tüğlerim diken-diken oldu...Şimdi üzülmemiz gerekmez mi kısa sürede bunca acıyı yaşamış birine? Ama maalesefki öyle olmadı işte...

Keşke Mahir öyle yazılsaydı ki hakkettiyi şefkati alabilseydi izleyici tarafından. Tüm bunları yapanları aramaktan, güçlü olmaktan vaz geçip ağlayıp-sızlasın demiyorum. Zaman-zaman kalbinde kopan fırtınaları/acıyı/paramparçalığı görelim diyorum.
1.sezonda olduğu gibi...O zaman da Mahir dimdik güçlü duruyor ve savaş veriyordu...Ama hatırlarsanız ne kadar çok üzülüyorduk o zamanlar Mahir'in gittikçe kötüleşen ruh haline, çaresizliğine...Kimse sorgulamıyor, kızmıyordu yaptıkları, söylemek zorunda kaldığı yalanlar için.
Ki şimdi bulunduğu durum çok daha kötü, çok daha ağır değil mi? Ve çoğu insanın taşıyamayacağı kadar acı. Ama gel gör ki olaylar öyle ilerliyor ki Mahir üzülecek değil de kızılacak bir hal alıyor. Bence biraz haksızlık oluyor bu karaktere karşı :)

Umarım bundan böyle seyircinin daha da tepkisini çekecek türden sahneler yazılmaz Mahir'e. Yapması hissetmesi gereken gibi olur, ve zamanla tüm seyirci hep birlikte "hadi Feride, hadi Nazif baba üzmeyin kırmayın artık bu çocuğu" der ;) 

İhanete uğramak nasıldır bilir misiniz?

Ön bilgi: Okuyacağınız yazıda üslubum biraz sert olabilir Mahir Kara'ya karşı. Ama öyle bir çileden çıktım ki şahit olduklarım karşısında değil hak vermek bir kaşık suda boğacaktım elime geçse. Yoksa beni bilen bilir. Son derece makul tasavvurlarım vardır zat-ı şahanelerine mukâbil. :)))
Keyifli okumalar...


İhanete uğramak nasıldır bilir misiniz? Nasıl bir duygudur. Açıklaması sanırım benim için kolay olacak. Bunu 20 Ekim gecesi izlediğim hepi topu bir dakikalık “Bergüzar Korel” gerçeği ile anlatmaya gayret göstereceğim, olayın biraz olsun vücut bulabilmesi için. Olay bana, ziyadesiyle tesir ettiğinden, teessürümü nereye aksettireceğimi bilemedim. En nihayetinde yazmanın tek çare olabileceğine kanaat getirdim. Boğazımda düğümlenen hıçkırıklar eşliğinde.

Ne demiştik ah evet şahit olunan ihanetin tasviri. Hemen konuya gireyim. Şöyle ki, önce gözler görevini yapar ve olayı görür. Tüm dikkat ihanetin vuku bulduğu noktada toplanır. Kollar istemsizce yanlara salınır. Omuzlar çöker. Göz bebekleri kendine bir odak noktası aramaya başlar. Tam hadisenin inkişafına vakıf olmaya çabalarken, nerede olduğuna ve bu olaya neden şahit olduğun gerçeğine isyan edecekken, zihnin tamamen boşalır. Olduğun yere çakılır kalırsın. Çünkü vücudun emir komuta zinciri kendini yeniden başlatman gerektiğini, eğer en ufak bir şekilde hareket edersen, daha önce hiç tatmadığın bu hissiyata nasıl tepki vereceğini kestiremez. Beynin toplayabilse geçmişteki hatırâtı; tepki verecek ama tüm nöronlar aklının boş kalması gerektiğini, aksi halde vücudun geri kalan kısmında bir hezimetin baş göstereceğini salık vermeye başlar. “Evet” der akıl. “Yalanı biliyorum. Bu adamın nasıl yalan söyleyebildiğini en iyi ben biliyorum. Ama bu ne şimdi! Hah! Buydu galiba ihanet.” 

Ardından kalbinin istemsiz çalışan bir organ olduğunu yaşayarak tecrübe edersin. Ya bir iki kez daha tekleyip durmak ya da göğüs kafesini çatırdatıp dışarı çıkmak ister çünkü. Akciğerler, ortalarında haylaz bir çocuk gibi yerinde duramayan kalbe hiddet dolu bakışlar fırlatır. Kalp tam azarı yiyeceği sırada, akciğerler de hisseder bir gariplik olduğunu. Nefes alıp vermek işkence olmuş, ihanet gelmiş tam da göğsün orta yerine oturmuştur. Sıkışır akciğerler. Ezilir göğüs kafesinin yükü altında. Nefes almaya çalışsan da hava değil ihanet dolar ciğerlerine. Akciğerler de sersemler ihanetin tokadıyla ve kendine hâkim olamayan kalp ile birlikte pompalarlar bunu tüm vücuda. Her bir hücrede ayrı ayrı isyan başlar. Kalp ihanetin acısını pompalıyordur artık damarlara.

Sonra gözler o noktadan kaçırılmaya çalışılır refleks olarak. Lâkin görmeme çabana işitme duyusu çomak sokar. Bir uğultudur başlar kulaklarında. Ortamdaki sesten hariç, hatıralarının sesi beyninin içinden fışkırır kulaklarına doğru. Çekiç, örse vurur ‘güüüm’ diye. Gönül dizginlerini bırakır. Yaman süvariyim beller de kendini, çeker ayaklarını üzengiden, tepetaklak yerlere düşer. İçindeki amansız gürültünün merhamet edeceği yoktur. Tüm bu gürültü, aynı anda kulak zarına doğru baskı yapar. Patlayacak sanırsın fakat bu sefer de sağır eden sessizlik başlar. Öne doğru güçsüz bir adım... Beyninin cılız sesi duyulur: “Kaldır gözlerini ama kıpırdama.” Güçsüz bir hamleyle, en yakınındaki bir cisme tek elinin dayarsın. Bir an, bu, anlık sessizlikten öleceğim sanırsın. Aşikâr olanla tekrar göz göze gelene değin. Bunu temaşa eyliyor olmak hakikati ile baş başa iken, kara bulutlar çöker dideye. Gözyaşları hücum eder kirpiklere. Kirpikler resti çeker gözyaşlarına: “Durun! Daha atlamayacaksınız buradan aşağıya. İyice bir bakın önce, uğruna nice arkadaşınızı kurban verdiğiniz şu ihanetin mimar(lar)ına. Hani bir zamanlar birinizde boğulmayı göze almıştı şu endamı pek saklanmaya müsait olmayan” Gözyaşları izlerken olanları, ansızın bir buse gelir ihanet cephesinden. Veda etmenin ne demek olduğunu iyi bilen kişi, nasıl hazmedebilir buse ile taçlandırılan bir ihaneti. Hem başka bir dudağa kondurulur muydu Veda Busesi? Bir buse bu kadar mı yıkardı bir insanı. Öpüşmek bir mühürdü hani. Daha evvelsi gece onu öpen dudaklar… Onu seven eller... İhanetin baş aktörleriydi şimdi. İhanetin rol arkadaşları ise farkında olmalılar ki yaptıklarından, utançtan kıpkırmızıydılar işte. Yoo ne utancı! Feride’nin safiyane tasavvurundan başka bir şey değildi bu. Apaçık, kan kırmızıya boyanmışlardı bu aşkın katili oldukları için.

Hayır, bu buse yalan olmalıydı. İşte yine sahtecilik yapmıştı sevdiceği. Vaziyete hüsn-ü zân ile bakabilmek için ufak tefek kırıntılar aradı benliğinde. Feride öyle düşünmek istiyordu. Kalbi de öyle hakeza… Ve gerçek olan da gerçekten buydu. İyi amaçla söylenmiş yalanları aşkın telkinleriyle sineye çekmişti zamanında. Yalanların örtbas edilmesine suç ortağı olarak aşk seçilmişti. Peki ya bu kepazelik! İhaneti ne örtbas edecek? Pişmanlık piyesi mi? Yalan ve sahtekârlık yine karakterlerinde olanı yapmış, Feride’yi sırtından bıçaklamış, ihanetin ekmeğine yağ sürmüşlerdi.

Durdu öylece baktı sarsılarak. Gözyaşlarından birkaç tanesi uçurumun kenarına gelmişti bile. Yüzünün gerildiğini, ayaklarının kendini taşıyamayacak kadar güçsüzleştiğini dahi hissedemedi. Şimdiyse olan olmuş beyin her şeyi yeniden başlatmış, tüm anıları toparlamış, çöpe atmıştı bile. Ve ayaklara kesin emir verildi: “Haydi gidiyoruz. Bas ve Yürü!” Buz kesmişti aşk, sevgi ve mutluluk. Kıskançlık, merak, endişe, üzüntü, acı, şaşkınlık, hüzün, gurur, korku birbirlerine bakakaldılar öylece. Sadece öfke imdada yetişip kurtardı gözyaşlarını intiharın eşiğinden. Ama birkaç tanesi için artık çok geçti. Kirpiklerin bir anlık dalgınlığından faydalanıp bırakıvermişlerdi kendilerini boşluğa. Onlar çoktan süzülmüştü yanaklardan aşağıya. İzleri hâlâ tazeydi, renksizdi, donuktu.

Kurban olunacak gelişler ve gülüşler yerini buruk bir “Elveda” ya bıraktı. Ve “Elveda” kelimesi ne durumlarda sarf edilir hatırlatayım. Bir daha hiç kavuşulmayacağı düşünülen birinin yanından ayrılırken... Bu bir ihanet piyesi olsa bile ihanetle sınananların da sevda yeminleri bozulur mu Hâkime Hanım?


Esenlikler dilerim Karadayı Ailem

(Blogumuz için ilk yazdığım yazı olması hasebiyle racona uygun olmayan bir takım tutum ve atraksiyonlarda bulunmuş olabilirim. :) Sürç-i lisan ettiysem affola)

Düzeltme: Son iki paragraf 82. bölün fragmanlarının saniyelik anlarından yakalanmış ve kendimce yorumlanmıştır. Bilgilerinize.

Sevgiler...
Canan Orcan...

“Senin için senden vazgeçeceğim.”


“Bir damla gözyaşında boğulurum ben Feride
işte bu yüzden
 “Senin için senden vazgeçeceğim.”


Merhaba Karadayı Ailesi...

Annemi kaybettiğimde çok gençtim… Acısı tarifsiz… Onu bir daha göremeyeceğimi bilmek ve bunu kabullenmek zorunda olmak çekilen acının en aşılamayanıydı…

Ölüm sessiz, ölüm çığlık, ölüm kutuplardaki buz, ölüm yanardağdan fışkıran lav… Ölüm korku, ölüm cesaret, ölüm yitikliğin doğuşu… Ve ölüm; çaresizliğin resmi…
Dönüşü yok! Umudu yok! Dermanı yok!
Gidenin ardından, içinde bolca ‘Keşke’ler barındıran bir hayatla başbaşa kalmak yaşam boyu…
‘Keşke’ dersin yaptıklarına-yapmadıklarına-yapamadıklarına, söylediklerine-söylemediklerine-söyleyemediklerine…
Yaşadığının farkına vardığında ise utanırsın gülmekten, mutlu olmaktan, hayal kurmaktan…
Aldığın her nefes haksızlık gibidir yüreğindekine…
Sonra anlarsın ölüm aslında gidene değil, geride kalanlaradır!   

Bilinmeyene yolculananlar  -yaşıyla, çektiği acılarıyla, ölme-öldürülme şekliyle, ölüm sebebiyle- kısaca ardındaki sorgularla bırakır izini… Tıpkı; dizimizin konusu ölümlerdeki… Suçlu olup hak edeni, suçsuz olup günahsız gideni gibi… Süleyman Savcı, Kader hn. Mahperi, Serra, Geveze Ahmet, Bahar, Melih, Turgut, Safiye hn. Küçük Nazif ve diğer ölenler gibi…
Feride’nin çok sevdiği Süleyman abisi, can arkadaşı Bahar  hunharca öldürüldü! Acısı tarifsizdi…  Melih’i, kardeşi, canının yarısı  kendisi seçmişti ölümü, onanmaz acısıyla kavruldu-dağlandı yüreği…
Kaybettiği canlara; bildiği, inandığı, ezber ettiği yoldan ayrılmadan ‘sebepler’ aradı Feride… Yolsuzların yoluna sevdiceği taş koymasa hiç bulamayacaktı… Kanını taşıdığı kişinin ‘sebep’ olduğunu kim olsa anlayamazdı… Feride de anlayamadı…
Düşman hain, düşman hin, düşman acımasız…

Mahir, baş koyduğu yola babasının canını kurtarmak ‘keşke’ dememek için çıkmıştı… Ve bu uğurda; kokusuna hasret büyüdüğü annesini, hiç tanımadığı gök gözlü karındaşını, karnında taşımadığı için bile helallik isteyen analar üstü anasını, aklının, yüreğinin, geleceğinin umudu sarı saçlısını kaybetti.. Canından dört can verdi…

Nasıl gülsün, nasıl yaşasın, nasıl sevsin, nasıl sevilsindi artık! Hayaller, hayatlar durmuşken… Yanan bir ananın yüreğini ipin ucundan almışken..? Canlarına, sevdiklerine, hayallerine kasdeden kana doymak bilmeyenler hala pusuda beklerken…

“Tuzak bu Mahir! Başladıkları işi biterecekler…”
“O vakit hapishanede yaparlardı bunu Feride!.. Beni sevdiklerimle sınıyorlar!.. Canımı yakarlarsa vazgeçeceğimi zannediyorlar!.."
“Keşke durdurmak için bir şey yapabilsem ama ben gayrı-resmi ne yapabilirim bilmiyorum!
“Ben buraya yardım istemeye gelmedim Feride! Sevdiklerinden biri ölecek dediler!.. Ve bütün memleket seni nasıl sevdiğimi biliyor!.. Sana bir şey olduğunda yaralanacağımı biliyorlar!.. Senin için korkuyorum, ayrılmıyacağım yanından…"  
demişti, sevdiklerinin öldürülme korkusunu yaşarken… Fakat artık çok iyi biliyor ki hedef doğrudan kendisi… Ve yok edilmesi için verilen emirler, yüreğinde taşıdığı herkes için… 

“Bir damla gözyaşında boğulurum ben Feride”
Mahir, Feride’sinin gözünden akacak bir damla yaş için gözünü kırpmadan ömrünü vermeye hazır bir sevdalı… 
“Beni bir daha görmeyeceksin Feride,  yemin ederim… Senin için senden vazgeçeceğim.. Babam için bile olsa sana gelmeyeceğim. Yoluna çıkmayacağım, beni tanıdığını unutacaksın! Gözyaşlarına sebep olmayacağım… Ama bir sinema çıkışı tanışma ihtimalimizi elimden alanı bulacağım, şu halimizin şu çaresizliğimizin hesabını soracağım, bedelini ödeteceğim.”

Mahir artık yitirdiklerinin öcü için değil, elinde-yüreğinde kalanlar için ‘keşke’leri geleceğinden çıkarmak için yürüyor bilinmez karanlığa...
Mahir deli fişek, Mahir yaralı aslan…
“(…) Zulasında sevdası, zulasında yanmış yüreği, zulasında tükenen umutları, zulasında elinden kalleşçe alınan hayalleriyle koşacak karanlıklara… Yüreği yumruklarında, sıktıkça daralacak! Daraldıkça yüreği, kellesi koltuğunda -balyoz misali koşacak..! Karanlıkta pusuya yatanlara, kahpe yalanlarla çelme takanlara..! Zalime-uğursuza-hak tanımaza…(...)”     
demişim bir önceki Herşeye rağmen!!! 'Bir sinema çıkışı karşılaşabilmek' adına… başlıklı paylaşımımda… 
 
Mahir o izbe, bulanık, kan kokan karanlığın kapılarını araladı…
Vicdan kavramını lugatlarından silmiş kan emmeye doymayan kenelerin, insan sıfatında dolaşan şuursuz sürüngenlerin, güçlerini güçsüzlerin çaresizliklerinden alan beleş yiyicilerin simaları ile tanıştı…
İstemeselerde artık onların dünyasında….
Yürekleri; kemerlerine sıkıştırdıkları 400gr demir parçası kadar soğuk, ucuz ve sert, vicdan kavramı et yığını bedenlerinde yer bulamamış, beyinleri sadece ‘vur’ emri için çalışan bu korkaklar sürüsünün karşısında ‘Karadayı’ mahlaslı bir yiğit var artık!..
Köklerini kazımadan, gerçek düşmana ulaşmadan, en tepedeki soysuzu yere sermeden, gelecekleri olmayacağını iyi belledi Mahir Kara…
‘Karadayı’ oldu meydanlarda, kara geleceği aydınlatabilmek adına…
Yüreğinde kalanlarla, yüreğinde yaşayanları korumak adına…

O, yuva olamayan sığınağına çaresizliğin buz gibi heyecanı ile adım atarken, 
kavrulan bir yürek sıcacık heyecanla sarmalıyor sevdiğini…
Saklarken gözyaşını ahu gözlüsünden… İçine bir nefes hayat, bir nefes sevda, bir nefes çaresizlik çekerken… Gardı düşüyor..

 “Deli kız! ‘kor’dan bir ateş alıyorsun avucuna!”  diyor sessizce-çaresizce… 
İmkansızlığın imkanını zulasına alıyor gizlice…

Ne kötüdür insanın aklıyla yüreği arasında çaresiz kalması.
Ne kötüdür an kadar yakın, bir asır kadar uzak olması… 
Ve bilir misin ne acıdır insanın bildiğini anlatamaması.
'Ben' deyip susması, 'Sen' deyip ağlamaklı kalması...
Nazım Hikmet RAN

Evet deli kız, divane kız! Yüreği pamuk, gözleri ahu, sevdası denklem, güzelliği eşsiz, özverisi sınırsız, kaderi kara kız! 
“Sensizlikten ölmektense seninle ölürüm” diye haykırıyorsun!
Sorun da bu zaten..!  Sen yaşamalısın, senin yaşayabilmen için bu çektiğin acılar…
O da biliyor 'imkansıza davet' sana ‘git’ demek!
Ama sen umursamıyorsun! Ölüm bile "yeter ki onunla olsun" diyorsun.!  Yüreğini dağlayacak ateşleri kor topu yaptın avucuna alıyorsun! Bilmediğin dünyalara sipersizce dalıyorsun… 
Sevgin fütursuz, aşkın kavurucu, sevdanı ölçecek değer birimi henüz bu dünyadan değil…
 
Ama bil ki; Onun da sevdasının birimi ‘Senin için senden vazgeçecek’ kadar değerli… 

Sevgilerimle
  İnci Kara 
@1incikara





Ya Sen Söyleyip tamamlayacaksın beni, ya da söylemeyip yarım bırakacaksın her şeyimi!

Kendi kendime bir cümle eksiğim. Onu da ya sen söyleyip tamamlayacaksın beni, ya da söylemeyip yarım bırakacaksın her şeyimi… Fragmandan sonra ilk aklıma gelen cümlelerdi bunlar. Ya tamamlayacaksın beni ya da yarım bırakacaksın her şeyimi… Lakin şunu da unutma bir adım daha atarsan asla bırakmam seni… Sizleri bilemem ama bu fragmanla birlikte farkettim ki, bu dizi benim köreldi dediğim romantik tarafıma keşifler düzenliyor her bölümünde. Sanki bildiği ve ispatlamaya çalıştığı bir gerçek var orada ve bunu bana göstermeye çalışıyor. Sanırım yaşamında büyük ya da küçük olsun bu kıvılcımları hisseden, yaşayan herkes bu yolculukların farkında. Ne güzel bir cümledir “ben senin kalbini duyuyorum”… Ne güzel bir sözdür “biz birbirimize aidiz”… Zaten o kalbin sesini duyamıyorsan yaşadığın aşk değildir. O nedenledir bir ilişkiyi tüketip, sanki hiç yaşamamışçasına bir diğerine koşmak. O kalbin sesini duyup, ritmine ayak uydurabilseydin bu kadar kolay vazgeçip, unutabilir miydin sen bu aşkı? İşte bir adım daha ve işte bir "o adımı atarsan asla bırakmam seni" bakışı daha... Bu kadar görkemli, bu kadar güzel, bu kadar gerçek işte Mahir ve Feride’nin aşkı, sevdası… Tıpkı Frank Sinatra şarkısı gibi.. İzlerken ruhunuz coşuyor, o keşif yollarında kandiller yanıyor… Karanlığınıza ışık doğuyor… Kaşif, siz farkında bile olmadan öyle bir yol alıyor ki içinizde, bir bakmışsınız ruhunuz “My Way” şarkısı ile dans ediyor. İşte bu yüzden çok sevmedik mi biz bu çifti, bu aşkı, bu sevdayı, bu sözleri, bu diziyi? Belki bizlerin bu tutkusu alay konusu oluyordur kimilerinin sohbetlerinde. Belki yazanlar da oynayanlar da şaşırıyorlardır gerçek mi sanıyorlar diye? Hayır efendim. Bizlerin tutkulu olduğu doğrudur, lakin bir masal anlattığınızın da farkındayız çok şükür. Bizim bu diziye olan tutkumuz aslında bu dizinin yaratıcılarının da başarısıdır. Aynayız ve size sizi yansıtıyoruz biz. Öyle güzel bir iş yapıyorsunuz ve bunu bize öyle güzel anlatıyorsunuz ki, gözlerimizden okumak mümkün bu işin sırrını. Yine ve yeniden çok teşekkür ederiz bu güzel hikaye ile dünyamıza dahil olduğunuz için. Farkında olmadan ilham oldunuz yaşamımıza. Artık daha fazla gülüyor, daha fazla gözlerin içine bakıyor, daha cesur davranıyor ve daha net olmamız gerektiğini farkediyoruz sizinle. Daha doğrusu, hal-i hazırda zaten bunları yapıyorduk belki ama karşı tarafta bıraktığımız hissi algılamıyorduk günlük iş temposunu bahane ederek. Daha bu sabah farkettim ki, otobüs şoförüne “günaydın beyefendi” diyerek gülümsemek, otobüsten inerken “güzel bir gün olsun sizin için de hanımefendi” ile anında iade-i ziyarette bulunuyor bizlere. Yani demem o ki, bizler de sizlere gelen iade-i ziyaretleriz aslında. Sen kalbini düzeltirsen dünya değişir değil mi? Siz Karadayı ile öyle güzel dokunuşlar bıraktınız ki bizlerde, o dokunuşlar bizlerin tutkusu olarak geri dönüyor şimdi size. Dizimiz de bir iade-i anlar korosu değil mi sonuçta? Sözünüzü yine tuttunuz. İzlemeye doyamayacaksınız dediniz; izlemeye doyamayacağımız bir bölüm bekliyor şimdi bizleri. Bizim de sözümüz söz! Ne kadar sürerse sürsün siz böyle anlatmaya devam ettikçe, bizler o izleri takip etmeye devam edeceğiz hep birlikte. Teşekkürler tüm ekibe… Gelelim geçmiş bölüm analizine…. Ödüm koptu Nazif Baba hiç görünmeyecek diye! Çetin Tekindor’un olmadığı bir bölüm çok boş oluyor benim için. Onun sesini duruşunu izlemek benim için vazgeçilmez bir duygudur. Daha fazla görmek de en büyük temennimdir. Feride’nin tükenmek bilmeyen iyimserliği ve insanlara olan inancı sonunda Ayten’de de etkisini gösterdi. Ve Feride Ayten arkadaşlığının temelleri atıldı. Hep diyorduk; neden Feride’nin bir arkadaşı yok diye. Ama itiraf ediyorum ki, Ayten hiç aklıma gelmemişti. İyi mi oldu izleyip göreceğiz. Kadına yönelik şiddet gerçeğini senaristleriz Ayten üzerinden anlatıyorlar bize. Hala tasvip etmediğim iğrenç tecavüz vakası ve akabinde denize düşen yılana sarılır misali Necdet ile olan evliliği ve onun da akabinde gördüğü şiddet… Dayak… Ayten bu durumdan ivedilikle kurtulmalı. Bunun içinde ona yeni bir umut gerekli. Bu umut ne olur bilemem. Belki de Feride ile başlayan dostluğu onu güçlü kılacaktır. Bunu da ilerleyen zamanlarda göreceğiz. Songül ve Osman… Osman kalp krizi geçirmeden bölümü tamamladık sonunda. Gitti gidiyor derken tamamdır.  Lakin şu var; insan evliyken de nişanlıyken de sözlüyken de biri ile birlikteyken de aşık olabilir, bir başkasını sevebilir. İnsanız sonuçta hepimizin başına gelebilir geldi belki de.. Bu anlamda bu ilişki beni rahatsız etmiyor kesinlikle. Ama eğer başkasını seviyorsan o yüzük parmağında kalmamalı. Dürüstçe bunu söylemeli ve bitirdikten sonra yoluna devam etmeli kişi. Bölümde buna bir açıklama getirildi ama bu beni tatmin etmedi. Bu konu ile alakalı Songül’ün daha cesur davranmasını bekliyorum. Sonucu ne olursa olsun korkakça yaşanacak bir aşktansa yalnız kalmayı tercih ederim. Yaşamımda da bunu uygulamış biri olarak gönül rahatlığı içinde bunu savunabilirim. Mahir gizliden gizliye alemin gönlünü fethetmeye başladı. Ve sanırım gelecek bölüm itibari ile yine Feride ile birlikte hareket etmeye başlayacaklar. Ayrı olamazdı zaten çünkü daha bunun Mehmet Saim ayağı var ki, Feride hayatının şokunu yaşayacak bunu öğrendiğinde. Düşünüyorum da , daha neler bekliyor bizi.. Boşuna demiyoruz benzemez kimse sana diye!  Üçüncü sezonunda olmasına rağmen artan bir ilgi ile izlenmeye devam ediyor olması da şaşırılacak bir durum değil aslında. İşin sırrı ekibimizde saklı… Ofiste çay molasında yazdığım için şimdilik bu kadar yetsin. Sonra kaldığım yerden devam ederim.  Sevgilerimle…

KARADAYI=AKLIMIZ=KALBİMİZ=HAYATIMIZ

8 Ekim 2014 günü KARADAYI dizimizin 2.yılını geride bıraktık.Biraz gecikmeli de olsa artık duygularımı kaleme dökme vakti geldi diye düşündüm...

İlk an,işte o ilk an 1. fragmanı gördüğüm  o ilk an...Gazete satan çocuk "yazıyor yazıyor başsavcının makamında öldürüldüğü yazıyor" ve ondan sonra Mahir'in çocuktan gazeteyi alıp okuduğu ve sert bakışı açıkçası etkiledi beni.Akabinde 2.fragman ; Mahir'in merdivenleri hızlıca çıkıp "Hakime Hanım" diye seslenişi ve Feride'nin arkasını dönüp o seslenişe kulak vermesi ve o andaki sert bakışlar merakımı daha da uyandırdı.O sert bakışlardan nasıl aşk doğacaktı?O aşk nasıl filizlenicekti?

Böyle başladı KARADAYI ile ilk yolculuğum...Mahir-Feride aşkı şu ana kadar en hissiyatlı izlediğim aşklardan biridir.O kadar güzel anlatıldı ki bu aşkın filizlenişi, ufacık detaylar bile atlatılmadan...Bu yüzden bu aşkı algıladık sanırım ve bizi de bağlayan bu oldu.Başta Feride, Mahir'e saf duygular besliyor,hisleri oluşuyor...Mahir babasını kurtarmak uğruna bir amaçta bulunduğu için Feride'nin duygularını algılayamıyor bile.Tabi Feride'nin Mahir'e buse kondurmasıyla başlıyor herşey...Belki de Mahir cesaret edemiyordu, o buseyi aldıktan sonra cesaretini gösterip veriyor karşılığını Feride'ye..

İşte böyle başladı bu aşk...Aile ile,yalnızlık ile,idam kararından doğacak can kaybının korkusu ile sınandılar...Ve sonunda da gerçekten can kayıpları yaşadılar...(Bahar,Melih,Safiye Anne,Küçük Nazif).Bu olumsuzluklara rağmen Mahir ve Feride hiç kopmadılar o küçücük anlık mutluluklarının verdiği rehavet onların aşklarını daha da kuvvetlendirdi.Birbirlerinin yaralarını sardılar,sıkı sıkıya bağlandılar.Çünkü onlar birbirlerine benziyorlar yürekleri de bir kalpleri de...

Şu anda Mahir kaybettiklerinin uğruna KARADAYI yolunda ilerlemek istesede Feride'yi uzaklaştıramayacak kendisinden.Bu aşk bitmeyecek, Mahir kabadayı olmayacak,can almayacak sadece adalet için güçlülerin değil haklıların kazanması için KARADAYI olacak.Bu yolda Mahir ve Feride'nin yolları kesişecek ve umuyoruz ki mutlu sonla bitecek bu aşk.Ve bizler KARADAYI ailesi olarak Deniz ve Bahar'ı göreceğiz buna inanıyoruz ve bunu istiyoruz...

Mahir-Feride aşkı çok güçlü,tutkulu ve çok özel bir aşk bizce...Onlar mutlu olunca biz de mutlu oluyoruz,onlar üzüldüğü zaman keza bizim de yüreğimiz yanıyor,biz de onlarla ağlıyoruz...Kısacası; bu büyük aşk bizim hayatımıza ne kadar kolay işlediyse o kadar zor bir şekilde hayatımızdan çıkacaktır diyorum ama çıkmayacaktır.Hep izlerini taşıyacağız bu aşkın ve bizler KARADAYI ailesi olarak MAHİR-FERİDE aşkını hiçbir zaman unutmayacağız...

Başlık konusuna gelince niçin hayatımız,kalbimiz,aklımız dedim?Niçin eşleştirdim, denkleştirdim KARADAYI'yı bu kelimelerle?Çünkü Mahir ve Feride sürekli yüreğimizdeler,beynimizdeler.Geçenlerde bilenleriniz bilir Mahir ve Feride'yi rüyamda evlenmiş olarak gördüm.Feride'yi aynı gelinliği ile beyazlar içindeki güzelliği ile gördüm.Demek ki bu aşk yüreğimizin o kadar derinliklerindeki gerçek hayatta bile rüyalarımızı süslüyorlar...

Yazacaklarım bu kadar KARADAYI ailem...İçimdekileri dökmek istedim.Benim edebiyatım iyi değildir.Giriş,gelişme,sonuç bölümlerinde hata yapmış,cümleleri kopuk bir şekilde ele almış olabilirim.Ama kompozisyon dersinde bile 60 puanı zor alırdım ben.Bu yüzden kusura bakmayın.Sürç-ü lisan ettiysem affola.Tüm KARADAYI aileme sevgilerimi sunuyorum...

Başta bize bu aşkı gerçekmiş gibi hissettiren biz onlara kurgu tarihinin çifti diyoruz Bergüzar Korel ve Kenan İmirzalıoğlun,a çok çok teşekkür ediyorum ve bu diziye katkısı olan tüm oyuncularımızı kutluyorum...

Sevgili senaristlerimiz Sema Ergenekon ve Eylem Canpolat bizi bu eşsiz diziyle buluşturdukları için teşekkürlerimi sunuyorum.Hayatımıza anlamlar yüklediğimiz ve buna bağlı olarak KARADAYI'nın bize getirdikleri haylice fazla.Bu da Sema ve Eylem hanım sayesinde.

Yönetmenlerimiz Cem Karcı ve Uluç bayraktar ve tüm Karadayı ekibine sevgilerimi sunuyorum.Mahir-Feride sahnelerinin ve tüm sahnelerin en güzel,en özel taraflarını biz onlar sayesinde izledik..

Son olarak MahirFerideFans FanCluba; iyi ki varsınız diyorum.Bu büyük aileyi bir araya toplayıp buluşturduğunuz için aramızda bu SEVGİ bağını oluşturduğunuz için iyi ki varsınız diyorum...

HEPİNİZE SEVGİLER...SİZLERİ SEVİYORUM KARADAYI AİLEM...

DUYGU KAYIŞ ( )

(Böyle bir başlık olmaz ama tamda bunu hissettiriyor KARADAYI benim için)

DipNot : Sevgili DUYGU KAYIŞ ( ) 'ın bu güzel yazısını onun adına biz paylaştık...Harika samimi bir yazdı...Yüreğine, kalemine  sağlık sevgili Duygu :)