Sitem… Yüreğime sığdıramadığım adaletsizlikler…


Sitem…  Yüreğime sığdıramadığım adaletsizlikler… 

“Sitem” ne naïf kelimedir aslında, çok şey anlatır… Nazım Hikmet’in “Ben Sana Küstüm”ü gibi… 
Tek kelime..! Sevgiyi, kırgınlığı, yaşanmışlığı anlatır sitem… İnsan sevdiğine, umduğuna, beklediğine, güvendiğine sitem eder… Bu yazıda işte öyle bi şey…

-Nedenlerim, niçinlerim, cevapsız sorularım…
-Gönlümden geçenlerin olmamışlığı… 
-Yüreğime sığdıramadığım adaletsizlikler… 
-İzlemeye başlama sebebim olan oyuncuları üç saat boyunca - üç dakika birlikte görememek, çekilen sahnelerinin kesilmiş olması… 
-İzlemekten keyif aldığım muhteşem ikilinin, muhteşem olabilecek sahnelerini görmeye hasret kalarak dizinin sona gelmesi…
-Önemsenmemek…
-Çığırtkanların, saygısızca arsızlık-yüzsüzlük yapanların, tehditler savurup emirler yağdıranların taleplerinin gerçekleştiğini görmek vs. vs. işte…
  
Bu gibi sebeplerle…

Kırgınlığım, sitemlerim var sunanlara, bekletenlere ve umutlarımızı söndürenlere!.. Söz verip, bekletip sözlerini tutmayanlara… Kısaca; bizleri ve duygularımızı kullananlara…

Üç yıldır hayallerle, umutlarla, coşkuyla beklediğimiz fakat son sezonda her yeni bölüm sonunda yaşadığımız hüsranın, hazin sessizliğinde başlıyoruz son üçü saymaya... 113... 114... 115... saymak dile, yazmak klavyeye kolay geliyor... 
Oysa 113 – 114 - 115 hafta! Ve öncesi hazırlıklar  x7 = uzun soluklu bir işe verilmiş emekler...

Yazanları, yönetenleri, çekenleri, oynayanları, ışık-mikrofon-çay için koşturanları, çizenleri, boyayanları... Evden-sete  setten-eve taşıyanları/taşınanları… Bildiğimiz aklımıza gelen emek verenler... Bilmediğimiz daha nice emek var yapılan bu iş’te...

İş = karşılığında bedel alınan uğraş!

Görsele hitap eden ve sanat-sanatçı camiasını kapsayan dizi sektörü de elbet maddi bedel karşılığı yapılan bir iş dalı… Tıpkı diğer iş dallarında olduğu gibi. Fakat bu sektörün diğerlerinden farklılığı, satıcı ve alıcı karşılıklı istekli olsada kazanç elde edilmeden önce, toplum algısı ve duygularına hitap ettiği gerçeği.. Dolayısıyla bu konunun ön planda tutulması gerektiğinin bilinciyle başlanmış olması gereken bir iş dalı! 
 
Görsel sanatların diğer bir dalı sinema filmlerinde bile bu konu daha esnek! Çünkü; sinemaya gitmek bir tercihtir! Seçim yapılır, belli bir bütçe ve zaman ayrılır… Yoğun yaşam temposu içinde hergün bir kaç film izlemek için sinemaya gitmek kimse için mümkün olamamaktadır!  

Oysa televizyonlar herkesin evinin, yaşamının 24 saat içindedir… Kanallar-programlar ‘tercihli’ gibi görünsede, önce ‘Tercih etmek-etmemek’ düşüncesinin eğitimi gerekir! Eğitim seviyesi henüz istenilen düzeye ulaşmamış toplumlarda her türlü bilgiye/görselliğe merak duyuluyorken seçme ve tercih etmenin sağlıklı yapılabildiği söylenemez... Bu da demektir ki; istesekte-istemesekte göz ucu-kulak kıyısı bizimledir yayımlananlar!!  

Yüzeysel bakıldığında satıcı ve alıcı karşılıklı memnuniyet dahilinde kabul edilebilir… Ancak verilen hizmet çoklu ve çok farklı duyu süzgeçinden geçtiği/geçeceği için 24 saat televizyonlarımızda bizimle olan ve duygulara hitap eden görsellerin eğitici-öğretici-bilinçlendirici ve sonuçlandırıcı olmasına özen gösterilmelidir diye düşünürüm…

 M.S.Ü mezun, dünyanın en iyi 50leri arasına adını yazdırmış illistratör/ressam bir oğul ile yazdığı-çektiği ilk reklam filminde ödül almış, yönetmen adayı/yönetmen bir öğrenci annesi ve ikinci kitabını yazmakta olan bir yazar eşi olarak söylüyorum; yani sanatın/sanatçının tam göbeğinde bilinçli bir izleyici olarak dizilere, filmlere asla ‘örnek olma’ misyonu yükleyen biri değilim…  

Sanatçılar; hayal eder, yazar-çizer-yönetir-çeker-oynar ve isteyen istediğini istediği kadar anlar… Karşıt düşünceler hiç bir sanatçıyı ve sanatını bağlamaz… Onlar sadece gönül verdikleri mesleklerini huzurla, başarı alkışlarıyla, hayatın akışında iz bırakarak yürümek isterler… Sanatın ve sanatçının temel felsefesidir özgür olmak…  

Az gelişmiş teknolojinin insanların iletişimine olanak sağlamadığı yıllarda sanatla uğraşmak seçkinlik, sanatçı olmak ayrıcalık, sanatı sevmek seçicilik, sanatçıya ulaşmak ödülmüş… 

Oysa günümüzde dünyanın diğer ucundaki bir sanatçı ile yazışabiliyor, hayran olduğumuz o erişilmez sanılan kişilerle iletişime geçebiliyoruz… Övgülerimizi, yergilerimizi, sevgimizi, alkışlarımızı birinci elden ulaştırabiliyoruz… Maalesef bu imkanı kötüye kullananlara..! Saygısızca, arsızca rahatsız etmeyi kendilerine hak görenlere şahit olsakta, sevdiklerimize sevgimizi kolaylıkla iletebildiğimiz için şanslı nesil sayılırız…  

Evet, bizler duygularımızı iletebildiğimiz için şanslıyız. Sanırım sanatçılarda, emeklerinin karşılığını ilk ağızdan duyabildikleri, sevgi coşkusunu hissedebildikleri için mutludurlar…  

Sevmek, övmek, takdir etmek, beğenmek, alkışlamak nasıl insani duygular içeriyorsa! Yapılanı eleştirmek, beklentileri duyurmak, hoşnutsuzluğu hissettirmek, sevdiklerimiz tarafından dikkate alınacağımızı ümit etmekte insani duygular içermekte..!  

İşte dizi sektöründeki ‘yapımcı-yayımcı-yazımcı’ların dikkatinden kaçan veya önemsemedikleri, fakat inkar edilemez bir konu var!

Çatımızın altına davetsiz girebilen misafirler her ne kadar eğlenme veya dinlenme aracı sayılsada, sürekliliği sunulan karakterlerle-yaşadıklarıyla ilgilenmek, duygularıyla duygularımızı özdeşleştirmek takip edildikleri sürece kaçınılmaz gibi… 

Sonuç olarak bu 2-3-4- yıllık devamlılıkta, insanın doğasında olan muhakeme yetisi devreye giriyor ve beraberinde müdahale yetisini de gündeme getiriyor!! Ki; yüzlerce/binlerce web siteleri kurulup dizilerle ilgili forumlar açılıyor… İletişim teknolojisi, düşünce ve görüşleri bir arada buluşturup paylaşımı sağlamak amaçlı kullanılıyor… 

Düşüncelerimi ve duygularımı paylaşma sebebim Karadayı dizisi takipçiliğimden… Ve @MahirFerideFans olarak bir çatı yaratan bu sayfanın sahibi arkadaşı dikkatli, saygılı ve bilinçli bir izleyici olarak kendime yakın bulduğum için duygularımı onun açtığı bu blogdan paylaşıyorum… Daha önce paylaştığım şu yazılarımda-

Herşeye rağmen!!! 'Bir sinema çıkışı karşılaşabilmek' adına…
 “Senin için senden vazgeçeceğim.”
Elma şekerini çamura düşürmüş çocuk gibiyim...

-dilimin döndüğünce duygularımı aktarmaya çalışmıştım...

Yani; “Ortak konularla paylaşım yapılan ortamlarda iletişime geçebiliyoruz” a güvenerek, saygılı ve sağduyulu olduğumuz sürece dikkate alınacağımızı varsayarak duygularımızı paylaşmıştık üç yıldır… 

Biliyorum ki bu iletişim sağlayıcı platformları; biz duygu paylaşımcıları kadar, duygularımızı körükleyen, bu platformlara iten, bizlere sunanlarda kullanıyor!! İşte tam da burada başlıyor duygu dökümleri/dökülmeleri… Ve; samimiyet ve saygı çerçevesinde olanların kabul edilebileceği iletişimlerimiz bir nevi resmiyet kazanıyor.

İzlenimlerime dayanarak görüyorum ki; “Karadayı Ailesi” olarak adlandırdığımız bu topluluktaki hemen herkes gerçek yaşamla, hayal ürünü bir yaşamı ayırabilecek kadar aklı başında kişiler... Ve sizlerde yazdıklarımızdan, saygılı yaklaşımlarımızdan sanırım bunu kabul edersiniz!..(bozuk,saygısız düşünceleri kendimize dahil etmiyoruz!) 
Bizlerde buna dayanarak ortak duygularımızın en tepede olanlarını iletmeye çalışmıştık sizlere… Yani Karadayı dizisinde duygularımızı yönetenlere…

Temeli ‘ADALET-ADALETSİZLİK’ üzerine oturtulan bir kurguyu sundunuz bizlere.
Gerçek yaşamda zor gerçekleştiğini çok iyi bildiğimiz Adaletin, kurguda gerçekleşebileceğine İNANDIRILARAK bekledik üç yıl.

Kurgu ve gerçek yaşam bilincini ayrı-ayrı taşıyabilen, bununla birlikte takip etmek için sizlerin sunduğu Karadayı dizisini seçen bizlere ayrıca “Gerçek Hayat Dersi” vermenize ihtiyacımız yoktu ki!… 

Kurguyu istediğiniz ve inandığınız doğrularda, hayalleriniz genişliğinde sunmak hakkınız, özgürlüğünüzdür… Bunun da bilincindeyiz elbette…

Ancak o çok bahsi geçen ‘İnsani Duygular’ varya! İşte o insani duyguların insanların içinde yeniden filizlenmesine, umut dağarcığının genişlemesine, azim ve inanç heybesinin dolmasına sebep olmak da kurgu yaratmak kadar önemliydi… Yaşadığımız topraklarda, çevremizde giderek pörsüyen umuda, cansuyu olabilirdi belki… Güneşin yaşam enerjisi olduğunu bilsekte yağmur bekleyen kavrulmuş topraklarda yaşamı bitirdiğini de biliyoruz! 

Demem o ki; gönül birliği yapabilmek, ortak temennilerde bulunabilmek, toplu hayaller kurabilmek, paylaşmanın eksilme değil çoğalma olduğuna şahit olmak, iyiyi-doğruyu-güzeli umutla tohumlayıp yeşerecek insani duyguları elele beklemek… Kısaca ‘Birlik Olmak’ güç veren güzel bir duygu… Biz Karadayı Ailesi olarak başarmıştık bunu…

Üç yıldır yılmadan kurguda ‘ADALET’ göreceğini, iyi-doğru olanın kazanacağını bekleyen, buna inanan, reytinglerde zirvede tutan yadsınamaz bir topluluk vardı karşınızda… Kurgu da olsa umutsuzluk aşılamaktan yeğ tutulmalıydı…

Dizideki adaletle uyuşup, teselli olmayın ki adaleti aramaktan vazgeçmeyin.”  dediniz!..
 Yanıldınız !! 
Düşünceniz ‘Güneş’ olabilir ancak çatlamış topraklarda işe yaramaz!!
Adalet gerekliliğini, sevgiyi, saygıyı, aile kavramını, yardımlaşmayı, birlik olabilmeyi… İnsanların 40 yıl önce günümüz kadar yozlaşmamış hallerini izledik… Beraberinde kötülükleri de… Tercih etmesek izlemezdik elbette... Tercih ettirip takip etmemizi sağlamak sizlerin başarısıydı…
Ancak en masum, en yalın yaşam gerçeğinde bile ödül vardır!.. Bu bir horoz şekeri de olabilir bir aferin de, ya da bir eline sağlık cümlesi… Emek verene ödüldür bunlar…

Bizlerde verdiğiniz emekleri izleyerek ve gerektiğinde elle tutulur ödüller almanıza ve kazanmanıza destek olmuştuk. Yani her platformda hiçe saymadan benimsemiş, değer vermiştik emeklerinize! Bazen mızmızlansakta çoğu zaman alkışlamıştık…Karşılığında tek beklentimiz, umutlarımız ve hayallerimizin mümkün olduğunca yıkılmaması ve veda ederken kırgın-küskün ayrılmamaktı… Olmadı... 

Siz senaristlerimiz ve sizin nezdinizde evlerimize davetsiz misafir olmuş tüm emek verenlere sesleniyoruz! Kırgınız, küskünüz, sitemliyiz… Çünkü;
İzleyebilmemiz çok mümkün olan küçücük heveslerimiz, bir kaç bölümlük mutluluk beklentilerimiz, sevdiklerimizi, güzellikleri izleme hayallerimiz içimizde kalarak ayrılıyoruz sizlerden… 
Yazık ettiniz bizim umutla inanan-güvenen duygularımıza… Sevgimizi-bağlılığımızı kullandınız… Tüm yaşam gerçekleri gibi yüzümüze tokat atarcasına gösterdiniz ve küstürdünüz bizleri!!! 

Belki değer vermediğiniz, belki önemsemediğiniz yada bakış açılarınızın farklı olduğu bu konularda unutmayın ki; o değer vermediğiniz ya da önemsemediğiniz ‘MÜŞTERİ’leri  küstürdüğünüzde!.. Hayal etmenizin de, uğraş vermenizin de önemi kalmayacaktır!!! 

Ve lütfen unutmayın!.. 
Bizleri kırdınız, üzdünüz, küstürdünüz... Küslüklerimiz tarafınızdan unutulabilir ama bir şekilde iz bırakır!! Hani yüreklerin zaman zaman sızlaması gibi... Sizi dinleyenlerinizin/izleyenlerinizin olmaması gibi... En önemlisi de güvenenlerinizin kalmaması gibi...  Emin olun; sitemler de iz bırakır..!



Çok uzun bir yazı olduğunun farkındayım! Kusuruma bakmayın... Fakat bu sitemlerin anlamsız kaprisler olmadığını anlatabilmek için detaylandırmam gerekiyordu...  Okuyan herkesin gözlerine sağlık... Şimdiden teşekkür ederim.


@1incikara